yağmurdan ağırlaşan giysiler ve ayakkabılarla girdiğimiz tribünde parlayan bir sahayla karşılaştık ki futbolcularımız da sanırım ayaklarına top gelince bu durumu anlayabildiler. ilk dakikalarda sanki yağmur yağmamış, top ve saha ağırlaşmamış gibi davranan takımımıza hızlı bir atakta o yapışkan topu kanattan taşımayı becerebilen hızlı bir oyuncu rakibin gölünü hazırladı.
tribünden göründüğü kadarıyla maçın en kritik adamı hakemdi. dengesiz bir oyun sergiletip kartlarda ve faullerde bir ayar veremedi kendisine.
seba'nın beşiktaşı gibi, yağmuru çamuru da, hakemi federasyonu da yenebilecek takımları özledik. bir gölgesini gördük, ikinci yarı yağmur durunca zemin normale dönünce beşiktaş aldı sazı eline ancak 2-1den sonra geriye yaslanıp rakibi bekleme huyunu yine sergiledi. böyle gelmiş böyle gidiyor, ama karşına akıllı bir rakip çıkınca, fink dengesiz bir şekilde kart yiyince, ferrari ve rüştü sakata çıkınca da öyle kolay goller yeniyor ki...
tribün artık rahatsız edecek kadar mide bulandırıcı. maçtan önce tribünlere çağırılan zapo veya yıllarca terini akıtmış ali tribünden küfür işitebiliyor. onu da geçtim, nihat ve rüştü bazılarına ne soktuysa, bu kişiler hala çıkartamıyorlar. ben rakiplerimizin, takımımıza, hocamıza ve bize bu kadar küfür ettiklerini düşünmüyorum. beşiktaşın en büyük tehdidi bütün olmayı beceremeyen seyirci kitlesi, ve bu kitlenin bir araya gelince taraftarı susturabilmesi. şuursuz ve bilinçsiz bir şekilde sürekli nihata küfredenlere bir gün feci şeyler yaparım ama adli kaydımı temiz tutma uğraşındayım.
takım oynamadı bu akşam, hava bozuktu soğuktu bu akşam, bursa iyiydi bu akşam, ama benim en çok sinirimi bozan beşiktaş tribünlerine doluşan insan suretleri. ağızlarının bolluğu kadar kendi akrabaları görsünler bu şahısların dillendirdiklerini! başka da bedduam yoktur... hepsi nihatımız gibi sahaya insinler bir gün, suratlarına suratlarına küfredelim nihatımızla beraber...
şundan daha acısı var mı, rakiplerimiz bizim takımımıza bizim kadar küfretmiyor!
artık midem bulanıyor, artık utanıyorum bu insanlarla aynı tribünde olmaktan... zihniyetsizlik aşmış da taşıyor...
neden yeter demirören dendiği daha net anlaşılıyor, neden süleyman seba'nın özlendiği daha net anlaşılıyor...
demirören ne seba kadar amatör ruhlu ve yürekli, ne de bilgili kadar zeki ve değişim yanlısı. kendisi bile ne yaptığını bilemiyor, ve onun kirlettiği beşiktaşla kendilerini özdeşleştirenler iğrenç bir tribünü oluşturuyorlar...
çok feci midem bulanıyor! işte bunlar mevsimin acı gerçekleri...
ve mevsimin ilk karı; mutlu insanlar, temiz dostlar ve temiz yüzlü nine suretlilerle yürünen bir yolda elindeki sigarayı içine çekerken karşılayınca seni; mazide kalan güzel bir hatıran aklına gelince, burnunu sızlatıyor insanın hele beşiktaş da yenilmişse...
"karda, uzun, yürüsem şöyle..." demek; ve akabinde karda, uzun, yürümek şöyle; birazcık daha dağladı beni... birazcık daha ağlattı beni...
kar güzel şey, beyaz, masum, ayaz öncesi sıcaklık, donmak öncesi son açıklık... kar dediğin güzel şey, hele ki doğuda doğup anadoluda büyümüş adama, hele ki diz boyu kar yağınca "okullar tatil mi" diye kurcalayan çocuğa, hele ki aklına sevdiği gelince şimdiki gibi, gözleri dolan adama; hele ki düşleri beyaz olana; hele ki ayrılığı siyah kalana; hele ki bir yangın ortasında bir nefeslik ara çalana... kar güzel şey, göğün nimeti, havanın namussuzluktan önce son bir rahatlık verişi... kar güzel birşey, kardeşine sarılıp da gözleri dolan adama... kardeşini özleyen adama, kar güzel birşey...
beşiktaş güzel şey, yenmesi de güzel, yenilmesi de... mutlu insanlar, temiz dostlar, nine suretlilerle yürüdüğün yolda karşılaştığın kar tanelerine gözün takılmışken o sigarayı ciğerlerine daha feci işleten şey...
kalpde parmak izi var, karlı yollarda ayak izi, yağmurlu bir günde mağlubiyeti var onun, bir çocuğun tebessümünde zaferleri var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder