Aslında her maç öncesi ve sonrasında ayrı ayrı bir analiz yapmak daha güzel olabilirdi belki ama olmadı diyelim affımızı isteyelim, ve bundan sonrada öyle yapmaya çalışırız diyelim. Bazen birşeyleri istemek ve onu hayal etmek, onun için uğraşmak çalışmak yeterli olmuyor, tıpkı Beşiktaşımız gibi oyunun en kritik anlarında golü yiyen olabiliyoruz.. Neyse artık isyan etmenin faydası yok, yolu yok çekecesin, kaderimiz böyle...
Her zaman aklımda olan birşey yazmak ama bir türlü başlayamamıştım, belkide okumakdan yazmaya fırsat bulamadım, hazır lig de bitmişken toplu birşey olur diye aklıma geldi ve burdayım...
Geçen yılkı şampiyonlugun ardından bakalım neler yazmışız, çizmişiz, Buradalar: 1 - 2 - 3
Kısa bir nostaljinin ardından,
Sezon öncesi en olumlu hareket ilk olarak camdan olan herşeyden kurtulmak oluyordu ve sonrasında İtalya da belli bir standarta ulaşmış olan Ferrari markası ile birlikte Rıdvan Şimşek ve İsmail Köybaşı gibi genç yeteneklerin, her iki savunma kanadına transfer edilmeleri. Ki son 7-8 yılda her iki kanat için yaklaşık 30 civarında oyuncu alınmış durumda.. Aynı zamanda bu iki yakışıklı kardeşimizin Ümit Milli ve U19 takımlarında beraberde oynamış oldukları maçların olması ayrı bir güzelliktir. Üstüne birde beraberler zaten şuan duydugumuza göre tesislere falan beraber gidip geliyorlarmış..
Aynı şekilde bir okadar olumsuz hareket ise takım içi adeletin göz ardı edilmesi. Belki de sezon başındaki kayıpların başlıca sebebiydi. Sonrasında ise son olarak yapılan malüm transfer.
Yönetime rağmen şampiyon olan takımımız yeni sezona büyük maçlarda ayağa daha çok pas yapan ve bu durumu saha ölçülerinin diger stadlara göre daha büyük olmasından dolayı daha da çok avantaj haline getiren İBB ile Olimpiyatta başlamıştı. Ve sonrasında kabus gibi geçen 6 haftada.. Oyun olarak ne birşeyler yapılıyordu nede birşeyler yapma gayreti vardı.. Ama hem ligde hem de kupada şampiyon yapan bir hoca hakkında kötü şeyler düşünmekte kolay olmuyordu, ki zaten uyguladıgı ve uygulamak istedigi sistemi, oynattığı oyunu kendisi dışında hiç kimsenin anlayamadıgı için taktiksel açıdan kimse birşey söyleyemiyordu. Oyuncular da ne diyebilecegiz ki, Ekrem Dağ: Bu sefer hangi mevkide oynayacaktım lan? En iyisi solda kalayım ben. Tello: Ulan herkese zam yapıldı, Boyum kısa diye mi bana birşey yok zaten primleride alamadık? Bobo: Ben Henry degilim ki neden sol forvet oynuyorum, hoca karıştırdı galiba. Zaten ne iş anlamadım, geçen maç 18'de yokum, şimdi 11'deyim.
M. Denizli: Rüştü'yü de ilerde mi deneseydim? Ofsayttan iyi anlıyor, forvette iş yapabilir. Neyse onu da diğer maç yaparız artık.
Transferler Sorumlusu (Başkan): Antep'in hocası nereliydi?
Tribün desen; 101 yılda yıkılan direklerden sonra kalan esas direklerde son bir kaç yılda harbiden yıkılma yolunda, kendi başlatmadıgı bestelere eşlik etmeyen mi dersin, tribündeki arkadaşının üzerine yürüyen mi dersin çeşit bol..
Ve Ankaraspor'a Ümraniye'den atılan 3 güzel golle artık takım kazanmayı ögrenmiş ve yaptıgı en iyi şey olan defansif oyunlarla birlikte birşekilde sonuca gidiyordu. Üstüne birde bizler, dünyaya umutsuzluklarla bakan onca insanlar arasında hep umut taktık oltaların ucuna hatta bir çogunuda boş çekmemize rağmen vazgeçmedik ne düşlerden ne de umudun adı olan BEŞİKTAŞ'tan!
Sonrasında sadece puan olarak degil, alt sıralardan yukarıya dogru tırmanarak gelen, oyun olarak az da olsa bir çıkışı olan bir takım için aynı zamanda psikolojik olarakda bir avantaj olmaya başlıyordu.
Türkiyede portakalı soydukdan sonra, şarkısı bile tüyler ürperten Şampiyonlar Ligde ise yine bolca hesap kitap işine girmiştik, hatta o hesapları takımdan ve hocadan önce geçen yılın mayıs ayında 4. torbadan Wolfsburg gelecek diyen kişi başlatıyordu. Blogda burada da neden olmasın diye sordugumuz maçı kazanarak 1 galibiyet elde etmiştik.
Son maçta ise, 2003 yılında Chelsea maçının son dakikalarında sağ alt köşeye çıkan peruzzi yerine bu defa sağ alt köşeye açılan ekranda makus talihimizi yenişimizin resmi olsun istedik ama o Chelsea maçında spiker Güntekin Onay'ın dedigi gibi fazla hesap kitap yüzünden yine bileti kapamadık. 9 Aralık 2003 deki o sağ alt köşeyi hayatımda bir daha yaşarmıyım belli olmaz, Cska maçında dakikanın birisinde Tello nun kaçırdıgı pozisyon sonrasındaki iç dünyamı dışa vuruş nedenide hala o sağ alt köşeydi galiba (asidiktesire selamlar) ama neyseki Benaglio bir Peruzzi olmadı ve 8 Aralık 2009 da Eski Açıkdaki skorbord ekranı sağ alt köşede açılan ekran olmadı...
Ve son 3 maç, evet 3 maçada gidemedim, gidemeyip birde yenilince gidemedigine daha çok bir yanıyorsun.. İlk hafta da yapılan hataların benzerlerini yapınca zorlandık, üstüne birde yine ilk haftalarda oldugu gibi yanlış oyuncu tercihleri ve oyuna yanlış hamleler eklenince 3 haftada 7 puanı kaybettik. Ama bu 3 hafta bizlere, Nobre için hiç bir kulubün yıllık 2,5 milyon euro vermeyecegini, Tabata için hiç bir kulubün 8 milyon euro degil 2 milyon euro dahi vermeyecegini, Tello dan 10 numara yapılamayacagını, Bobo'dan sol açık olamayacagını, ilk 11 de orta saha da Uğur, Serdar, Fink ve Ekrem dörtlüsü olamayacagını, SEYİRCİNİN Beşiktaş alt yapısından yetişen oyuncuların oynatılmasına hazır olmadıgını, 6 yabancı ve 5 yerli oyuncuyu kadroya yerleştirebildikten sonra kalan yerli oyuncuların ilk 11 de yer alabilecek kalitede olmadıgını, Bobo'yu konuşurken Nobre'siz konuşamadıgımızı, daha net görmemize neden oldu...
Şimdi yeni yıla dogru girerken herzaman ki gibi yine umut taktık oltaların ucuna, çünkü vazgeçemiyoruz ne düşlerden ne de umudun adı olan BEŞİKTAŞ'tan!
İlk olarak, madem ki Halkın Takımıyız, taraftarı kendine hasım belleyen başkana halkın iradesinin önünde hiçbir gücün duramayacağını gösterelim. Kongre bizim kongremizdir. Sayın süleyman Seba'nın vasiyetlerinden birisidir, (''HER NE OLURSA OLSUN, BEŞİKTAŞ'IN TÜM KONGRELERİNE GİDİN, OYUNUZU KULLANIN.'') Beşiktaş'ın sahipsiz olmadıgını gösterin, Rengi ister siyah ister beyaz olsun, bu kongreye gidip Beşiktaş'a sahip çıkın..
neyse, şimdilik bu kadar diyelim ve klavyelerimizi istanbula çevirelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder