tribünün bir kültürü vardır. türkiyede nasıldır, dünyada nasıldır bilemem ancak beşiktaş tribünlerinin bir kültürü vardır. biz gençlerin gördüğü öğrendiği de büyüklerimizden kalan miraslardır. yaşatmaya çalışsak da gayrı ihtiyarı, şartlara koşullara ve eldeki imkanlara göre değişiyor bu. değişimin çok fazla etkeni var, sosyal ve ekonomik etkenler tabiki de fazla.
tribüne gelen kişilerin profili, yapısı, beklentisi ekonomik etkenlerle değişiyor. bununla ilgili fikirlere az da olsa daha önceden değinmiştik. artık para satın alıyor, endüstriyel futbol tiyatrosu uyarınca, düdüğü cebteki paralar çalıyor. beşiktaşın fitbolu artık "iki gelsin iki s.kicem böyle işi" tezahuratı söylenmeden desteklenmiyor, futbol çeşitli değişkenleriyle önümüzde akıp gidiyor, fitboldan uzaklaşıyor. diğer branşlardaki yeni uygulanmaya konan biletli sistemin olumlu etkisi artık maçların tarihleri ve saatleri daha önceden belli. ancak bahis oyunları kapsamına giren bu branşlarda kontrol mekanizmasına tam güven duyulmaması tedirgin edici. gelen seyirci ise maalesef aile yakınlarından oluşmakta. taraftarlık bu branşlara çok nadir yansıyabiliyor. yine de iki güruh arasındaki saygı ve anlayış da görülmeye değer.
tribün kültürünün bir diğer parçası pankart kültürü. direk öğrenmesek de bu sanatı, kendimizin çizdiği boyadığı ve tinere müptela olduğu pankartlar var. bu işin hocalarının pankartları esas beşiktaş tribünlerini pankart kültürü hususunda dünyanın önde gelenlerinden yapan. nabza göre şerbeti veren, mizahı seven, sanatı koruyan, düşünen ve hitap edebilen pankartlar bu kültürün parçası ve gururu. bir diğer kısım ise sürekli pankartlarla devamlılık ve alışkanlık kazandıranlar. sabırla inatla ve uğraşarak bu pankartları taşıyanlardan da bu kültürü görüyoruz öğreniyoruz.
pankart namustur lafıyla başlar sahiplenme ve kabullenme. emek vardır onun üzerinde, insanca bir hitabet vardır ve verilen desteğin kumaşa beze yansımasıdır. tribünün dili tezahurattır, kalemi pankarttır.
dedik elimize bir kalem alıp işin ucundan tutalım, bizler de yazalım gördüğümüz öğrendiğimiz kültür uyarınca. başladık işte böyle maceraya. arma dedik, aşk dedik... hala soruyorlar deli miyiz diye, olmamız mı lazım illa? olmamız gerekiyorsa olalım?... başımızla beraber!
academy pankartının sahiplerinden olan ustanın üstadın bir tespiti vardır: teller kalktığından beri insanlar pankartların üzerine basmakta, zarar vermekteler.
artık pankartlar için en büyük tehdit hava koşulları değil, insanlar, taraftarlar. emeği kendileri vermediklerinden bir ihtimal, belki de bu kültürü öğrenmediklerinden ve yaşatmak gibi bir gayretleri bulunmadığından; taraftarlar pankartlar için en büyük tehdidi oluşturmaktalar. çalanlar bir yana, tribünde asılı pankartın üzerine basarak onu yırtanlar az uz sayıda değiller. ben branda pankartı yırtan insan dışı varlıklar gördüm, ne diyorsunuz...
bez pankartla başladığımız bu kültür elçiliğinde, bu öğrencilik sürecinde; kendimizce düşündük ve bizler de taşındık!
üzülerek gördük ki, inönü stadına kumaş pankart asmak çok tehlikeli. bu nedenle brandaya geçtik. yalnız o amatör ve öğrenimi devam eden çocukların eseri olan eski tarz pankartımızın aynısını, eldeki teknoloji imkanlarıyla bir brandanın üzerine işledik. herşeyi bize özgün, herşeyi beşiktaş için olan branda pankartımız bundan böyle futbol tribünlerinin eskiden kalma ve yeniye uzanan kültüründe; bu acemi öğrencilerin bayrağı, namusu olacak.
bez pankartlarımız ise taraftarın taraf olduğu ve tribün kültürünü bildiği amatör branşlara saklanacak. o pankartlar bizim gözdemiz, bizim ilk göz ağrılarımız; onları gözdemiz olan amatörlerde taşıyacağız...
bu işlere başlarken, bu kültürün eğitiminde ilk okuduğumuz ve yazdığımız şu idi:
"şimdi yeni şeyler söylemek lazım"
yeni bir solukla, bez pankartı brandanın üzerine işledik daha az hasar alsın diye... umarım bu yeni soluğumuz, yeni nefesimiz yadırganmaz kınanmaz... bizi de anlayın? hatalarımızla sevin?
bu kültürün hocalarına eğitimcilerine saygılarımızla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder