Halkın Takımı

uğur meleke'nin bugünkü yazısından sonra lafa devam edelim istedim.
".........
bütün bu endüstri endüstri diye konuşa konuşa bitiremediğimiz büyük laflar, pasta içindeki payı çok küçümsenen “taraftar” olgusuna yüzde yüz bağımlı ve tek başına varlığını sürdüremeyecek kadar da zayıf laflar...
O yüzden Beşiktaş tribünlerinin, takımları güzel oynuyorken, galipken, hatta tam harika bir gol atmışken “Demirören yeter” diye bağırması üzerine biraz daha düşünmek lazım. Yani Beşiktaş tribünleri, internetteki siyah-beyaz sevdalısı gençler, okuyucu, izleyici “yeter” diyorken; 7 küsür bin kongre üyesinin “yetmez” demesi yetmemeli gibi geliyor bana.
......"

endüstriyel futbola karşı tribün kültürü lafını nerde ne zaman duysam bir gülesim gelir. komiktir çünkü? bir defa futbolun, gayet normal olarak ve herşey gibi, endüstrileşmesi, zenginleşmesi ve zenginleştirmesi kadar normal birşey olamaz. tribün kültürünün buna karşı olması ise manasız.
bir o kadar manasız olan ise kulüp kazansın mantığıyla hareket etmek. kusura bakmayın ama insanoğlunun yapısı budur, herkes önce kendi bir kazanır, ondan sonra kazandırır.
bazı insanlar seyredip zevk alarak kazanmak isterler, bazı insanlar kendilerinden birşeyler bularak zevk almak isterler, bazıları başka şeyler beklerler. ve her kim ki zevkleri renkler kadar tartışırsa barış abinin kemiklerini sızlatır. tribün olabilmek taraftar olabilmek kazanımları farklı yerlerden seçmektir. ama tribün olabilmek demek futbolun endüstrisine savaş halinde olmak değildir. sadece edinilecek kazanımı, ki bunun adı da endüstridir, farklı şekilde bekleyerek izleyiciden seyirciden ve oyuncudan ayrılmaktır.
tabi zevkler ve seçilen renkler doğrultusunda beklentiler değişir, edinimler kazanımlar değişir. bunlar bir yandan zevklere bağlıyken diğer taraftan sosyal toplumun bilincine de bağlıdır.
taraftar olarak, tribünün içerisinde yer alan kişiler olarak bize bakış ne şekilde peki? bunu yazısında çok güzel özetlediği için uğur meleke'ye öncelikli söz hakkı verdik aslında.
senelik gelirinin 13te birini, yani bir aylık kazanımına eş değer miktarda parayı kombinesine yatıran, maça gelirken formaya gücü yetmiyorsa atkısını takan insanlar futbol endüstrisinin hedef kitlesidir. televizyondan maçını seyreden kişi bu maç yayınına ya düzenli ya da maçtan maça bir ücret ödüyorsa, stada giren kişi senelik kazandığı paranın 13te birini kombineye bilete veriyorsa; bu insanların zevkleri ve renkleri doğrultusunda seçtikleri takımın, bu insanları mutlu eden veya üzen takımın veya kulübün istikbalinde hiç söz hakları yoktur demek kadar sığ bir görüş olamaz!
daha önceki yazılarda geçti şu satırlar:
".......
beşiktaş taraftarın mı

beşiktaş sevenlerinin mi
beşiktaş kongrenin mi
beşiktaş yönetim kurulunun mu
beşiktaş başkanın mı
beşiktaş başkanın babasının mı?
kimin lan bu beşiktaş?
anladık kiminmiş... anladık ki bizim değilmiş!
........."
beşiktaş kulübü başkanının ve başkan adaylarının her laflarında söylem değiştirmeleri ve işlerine geldiği gibi beşiktaşa sahip biçmeleri bizi hep huzursuz etti.
beşiktaş taraftarın değildir. sonuçta taraftarın ortak bir bilince ve harekete sahip olabilmesi ve demokrasiyle yönetilmesi gereken bir kulübe anlık kararlarla müdahale edebilmesi mümkün değil. kaldı ki taraftarlığın ölçüsü ve ölçütü nedir?
ancak taraftar beşiktaşın hedef kitlesidir. büyümek ve büyük olabilmek için taraftarına ihtiyacı vardır. taraftarı tüketmelidir, tarafında olup desteklemelidir, kabul... ancak kabul edemediğimiz şey taraftardan sonsuz bir özveri istenmesidir. itirazın varsa sus, fikrin varsa boşverileceksin, derdin varsa umursanmayacaksın, sevinilecekse sen hesaba bile katılmayacaksın. fiyatlarla arz dengeleri örtüşmezken, artık taraftar da seyirci de oyuncu da "halkın takımı" etiketinin mazide kaldığını ve bugünkü beşiktaşla zerre örtüşmediğini bilirken, endüstri içerisinde kaybolmuş bir beşiktaştan bahsediyoruz. ne kulüp taraftarı sahiplenebilmekte, ne taraftar kulübün yönetimini içine sindirebilmekte. o halde bu paradoks değil de ne? taraftar hem hedef kitle hem de istenmeyen üvey evlat gibi?
beşiktaş jimnastik kulübünün bir diğer amacı da hedef kitlesi dahilinde olan gençleri eğitmek yetiştirmek, sporun ahlakını ve kabiliyetlerini gençlere kazandırabilmek. yani beşiktaşın vizyonu herşeyden önce fikri hür vicdanı hür nesillerce desteklenebilmek ve bazı gençleri yetiştirebilmek olmalıdır. işte bu nedenle japon asıllı bir brezilyalıya milyonlar dolarlar vermektense, asi çocuk rollerinde kaybolan bir genç kardeşimiz düzgün yetiştirilmeliydi.
kulübün borcunun olması taraftarın zerre umrunda değilken, beşiktaşın maç alıp kaybetmesini kulüp yönetimiyle değil sporcularla ve teknik personelle bağdaştıracak kadar zekaya sahip taraftarın galip gelinen maçlardan sonra bile yönetim aleyhinde seslenmesi, feryat etmesi; sahadaki veya banka hesaplarındaki mağlubiyeti sorgulamak manasına gelmez. taraftarın mevcut yönetime olan isyanı sadece ve sadece beşiktaşın itibarını zedelediklerinden ötürüdür.
sayın başkanımız beşiktaşı bir dünya markası yapsa da, kupalar kazanıp sürekli boğazımıza yapışmış eliyle bizden vefa beklese de, biz ne zaman kendisi aleyhine ses çıkartsak kurduğu çeteyi üzerimize salsa da; başkanımızın beşiktaşın itibarını zedelediği gerçeğini nasıl unutabiliriz?
tabi unutmamalıyız gerekliliği ve mecburiyeti bile unutulup gidecektir. ancak maalesef bunun sorumlusu beşiktaş taraftarı değil memleketin sosyal bilincidir. ülkeyi yönetenlerin itibar muhasabesini yapsak bir.......

şimdi çözümlere geçelim:
uğur meleke yazısında tabana yayılıp çoğulc bir demokrasiden bahsetmiş. bunu daha önce biz de dile getirmiştik. kaldı ki kör göze parmak da değil bu, zaten bilinen ve herkes tarafından yapılması istenen bir şey. beşiktaşta çoğulcu ve katılımcı demokrasi fikri "evraka" denip sokaklarda zıplatacak bir yenilik değil, bir ihtiyaç, bir mecburiyettir.

endüstriyel futbolun kurbanı ve kasabı olan tribün ve taraftarın bu muzdaripliğinin çözümü ise amatör ruhla profesyonel işler yapabilmekten geçmekte. spor yöneticileri "iki parayı unutma vefasızlık yapma" bilincinden sıyrılarak beşiktaşın sadece maddi değil, manevi değerleri olduğunun da bilincine varabilmeli. ayrıca kulüp yöneticileri taraftarın kendi kişiliklerine husumet beslediklerine dair sızlanmaları ve ezikliklerinden kurtularak taraftarın derdini anlamaya yanaşmalıdır. tribünle ve taraftarla olan sorunlar tribün içerisinden birilerini besleyerek çözülmez. gerek beşiktaşın itibarını zedelediklerinden ötürü, gerekse bu sezon taraftarı çeteleri vasıtasıyla dövdürdüklerinden ötürü, ne kadar yakın ve anlayışlı olsalar da bir taraftar olarak benim hakkımı helal etmem söz konusu bile olamaz ancak yeterli bilinç ile toplumun zihniyeti ve hareket kabiliyeti de değiştirilebilinir.

toparlayalım herşeyi:

beşiktaş taraftarı mevcut yönetimden memnun değildir, evet doğru. peki neden bu yönetim halen görevde? bunun sebebi beşiktaşın çoğulcu demokrasiyle yönetilmiyor oluşudur. ayrıca taraftarın yönetimden yana memnuniyetsizliğinin sebebi maddi sorunlar değil, yöneticilerin ve başkanımızın beşiktaşın itibarını zedelemesinden ötürüdür. bu saatten sonra da bunun telafisi imkansız olduğu için "yeter" denmektedir.
endüstiyel futbolun ve diğer endüstrileşmeye çalışan spor branşlarının da hedefinde veya zirvesinde olmak beşiktaşın asli görevi değildir. beşiktaşın öncelikli hedefi spor ahlakını kazandırabilmek, toplumun bireylerinden zevkleri ve renkleri tartışmadan beşiktaşla ilgili kazanımları ve tatminleri olanları kendi safına çekmektir. daha sonrasında endüstrinin kazanımları gelecektir. unutulmaması gereken, endüstri insanları kazanmaz, insanlar kazanıldıktan sonra endüstriyel başarılar kazanılır.

her neyse...
sonuçta bu konularda söylenecek sözler ne ilk ne de son... kah bizden, kah başkalarından devamı da gelir, sonrası da öncesi de... zamanlar...

bugünkü güzel yazısı için uğur meleke'ye tekrardan teşekkürler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder