istiklal geceleri

25 ağustos gecesi istiklal caddesinde yaklaşık 50 kişilik sivil bir grup ilerliyor. istiklal caddesine girince daha da birbirlerine sokuluyorlar. birkaç adım atınca sloganlar, tezahuratlar yükseliyor. çıkan sesten, söylenenlerden anlaşılan şey dikkatle bakılınca da görülüyor: fenerbahçeli taraftarlar istiklal caddesinde...
yunanistana, beşiktaşa, asi başlı ve çift başlı kartallara küfürlerle giden sloganlar. bazen de gayet hoş bir tezahurat yükseliyor gruptan, ancak yine yunanistan aleyhdarı sesler hortluyor. edilen küfürleri kınayan bakışlar içinde gözümün önüne görmediğim bir sahne geliyor, bu sahne okunan satırlardan: 6-7 eylül olayları...
galatasaray lisesine yaklaşınca bir inceden türkü gibi dilime dolanıyor nevizade geceleri... arkamda ağızlar dolusu küfürler ve 10 dakikanın birini kaplayan hoş bir tezahurat...
önce tribün olayları üzerine kafa yoruyorum, sonra taraftarlara biçilen siyasi görüşlere kayıyor aklım, renklerin ve zevklerin tartışılmayı bırak bıçaklanabildiğini hatırlıyorum, demokrasiye koşan(!) memleketimden, sıcak bir yaz akşamı, istiklal caddesinde ilerleyen beynimden manzaralar...
düşünüyorum, başım alabildiğine kalabalık...
kanı deli akanlar kendilerine meşgaleler bulmuşlar hep, acaba günümüzün "deli kanlılar" sakinleştiricisi de zevkler ve renkler tartışması mı? bir dogma gibi değil, aklımla, hür vicdanım ve fikrimle sevdiğim beşiktaş'ın üzerine yapıştırılan etiketi düşünüyorum, ordan ilerliyor, azıcık köşeyi dönünce "neden kalpdeki sevda benzemiyor diye zulum gösterilir?" diye soruyorum. yorulmuşum, kaldırıma oturunca ilk soluğumda doluyor içime "bu işin tadı tuzu desek, denklem dönüp dolaşınca kavgalarda tıkanacak?" sorusu, sorunu... yoluma koyulunca kavgalardan yorulmak değil, yılmak değil, korkmak değil de bir an için manasızlaştığını hissediyorum herşeyin... militanlar, maşalar, beyinler içinde karmaşık bir düzen ve çok derin sosyolojik incelemelere kaynak teşkil edebilecek olan tribünler...
kafamda sorular, ellerim ceplerimde, bahsettim işte, arkamda ağızlar dolusu küfürler, selaniğin çift başlı kartalı ve benim asi başlı kartalım dillerde, mahiyetini anlayamadığım yığın hınçla ve yığınla ilerliyor ardımda, sıcak bir akşam, ülkem danışıklı dövüşlerle demokrasiye(!) koşuyor, fikirler bu şehirde bu ülkede bu dünyada çatışıyor, deli akan kanlar damarları beğenmiyor, zihinde zibil gibi soru, serbest bilinç akışı damlıyor paçalarımdan, burnumdaki koku minarelerin mahyalarına yaraşmıyor, yürüyorum... duruyorum bir an, "siktir et" diyorum, bir sigara yakıp geri dönüyorum... mührümü alnıma basıp, "deli diyorlar bana, desinler değişemem!" diyerek bir güzel mehmet özbek türküsüyle sabaha varıyorum....

En büyük etken sistemsizlik


Beşiktaş’ın bütün branşlarına etki eden maddi sıkıntı, Bayan Basketbol’un önüne de set çekmiş durumda. Maddi sıkıntılara Türk oyuncular ne kadar göğüs gerse de, asıl amaçları para kazanmak olan yabancı oyuncular bu duruma fazla katlanmayıp, başka ülkelere yöneliyorlar.

Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nü dışarıdan gözlemleyenler son günlerde her şeyin en iyi şekilde ilerlediğini düşünebilir. Quaresma ve Guti transferleri, binlerce kişinin katıldığı imza törenleri, “Şımart bizi başkan, çıldırt bizi baştan” sloganları… 6 ay öncesinde “Yeter, Yıldırım Demirören” diye inleyen İnönü Stadı için fazlasıyla iyi atmosferler yaşandı son iki ay içerisinde. Ancak her zamanki gibi sadece dışarıya yansıyan veya Beşiktaş’ı sadece futbol olarak düşünebilen kitleler için geçerli olan sahnelerdi bunlar. Bir yanda bunlar yaşanırken, diğer yanda hentbol, voleybol ve basketbol gibi branşlar yönetilememe krizi ile karşı karşıya kaldılar. Bu branşlardan biri de uzun süredir istikrar ve başarı sağlanılamayan Bayan Basketbol Takımı…

Temel sorun sistemsizlik
Bayan Basketbol Takımı’nın başarısızlığının arkasında birçok neden bulunmasına karşın, bu sorunların oluşmasına zemin hazırlayan en büyük etken sistemsizlik. Basketbol sporu için başarının temelleri atılırken ilk başta güçlü bir organizasyon yaratılması, hedefe ulaşmanın en zor aşamasıdır. Bunu başarabilen takımlar içinde bayanlarda Ekaterinburg, Spartak Moskova, erkeklerde ise Partizan, Barcelona, Pana gibi birçok örnek mevcut. Yarattıkları bu güçlü yapıda sponsor, altyapı, pazarlama, transferler, teknik kadro en iyi şekilde işlenmeye çalışılırken, Beşiktaş’ta bu durumun basketbol bilgisinin sınanması gereken Basketbol Şube Sorumlusu Şeref Yalçın’a kalmış olması durumun ne kadar vahim olduğunu açıklamaya yeterlidir.

Başarı hedeflenmiyor
Beşiktaş Bayan Basketbol Takımı için başarı kıstası şampiyonluk değil. Yapılan hamleler bunu kanıtlar nitelikte. Bunun en büyük örneği; 20 senedir bu takıma tek şampiyonluk kazandırabilmiş Aziz Akkaya’nın takımın başında yer almasıdır. Geçmişte Vicente Del Bosque’ye sezon ortasına kadar sabredemeyen zihniyetlerin, Aziz Akkaya’ya göreve geldikleri günden beri destek verip, arkasında durmaları, sözde istikrar görüntüsü meydana getirse de, aslında çıkarların birbirleriyle uyuşması bu durumu açıklar nitelikte. Aziz Akaya, yarı finali başarı olarak gören, Avrupa’da başarı hedeflemeyen, az parayla, vasat oyuncularla idare eden bir coach vasıfları taşırken, yönetiminde yaptıklarına ses çıkartmayacak, eldekilerle idare edecek, bir teknik heyetten memnun olmaları bu beraberliğin bu kadar uzun süreler devam etmesine neden olmuştur.

Bayan Basketbol’da da maddi sıkıntı…
Beşiktaş’ın bütün branşlarına etki eden maddi sıkıntı, Bayan Basketbol’un önüne de set çekmiş durumda. Maddi sıkıntılara Türk oyuncular ne kadar göğüs gerse de, asıl amaçları para kazanmak olan yabancı oyuncular bu duruma fazla katlanmayıp, başka ülkelere trasferlerini gerçekleştiriyorlar. Sezon başında birçok olanaksızlığa rağmen kurulan kadrolar, sene içinde bu sorunlar ile mücadele eden takıma dönüşüyor. Hal böyle olunca takım, birçok kez revize edilerek yeni baştan yapılandırılmaya çalışılıyor. Bu durum istikrarsızlığa yol açarken, Beşiktaş markasını zedeliyor, hem de ertesi sezonlarda yapılabilecek transferlerin önünü tıkıyor.

Taraftar ilgi göstermeli, duyarlı olmalı
Bu sezona başlarken yapılan icraatları gördükçe anladık ki, taraftar istediği sürece kulüp yöneticileri tarafından her engel aşılıyor. Ancak bunların olabilmesi için taraftarın dik ve kararlı bir şekilde tribünlerde yer alması gerekmekte. Transferleri değerlendirmeli, takıma sahip çıkmalı yeri geldiğinde alkışlarken, yeri geldiğinde tepkisini koyabilmelidir. Geçmiş sezonlarda Tümer Metin’e gösterilen tepkiler dağ gibi olmuşken, bugün Galatasaray’a transfer olduğu an gerçek yuvasının Galatasaray olduğundan bahseden Yasemin Horasan transferine neden tepki gösterilmemektedir?

Erhan ALTINTAŞ/Serencebey 48.Sayı

susuyorum ey halkım, unutun beni!

bu aralar canlar sıkkın, bu aralar kaygılar büyük, bu aralar darbe mevsimi...

12 eylül 1980'in en büyük ürünü olan YÖK, 12 eylül 2010'dan sonra hukuk sistemi üzerinde vasıflı bir söz sahibi haline gelecek? yani referandum sonucundan "evet" çıkarsa 12 eylül 1980 askeri darbesi daha bir köklüleşecek, zira kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir anayasaya kavuşacağız ve yök denen kurum bambaşka bir kuvvetle bağ kuracak. demokratik olacağı yönündeki vaadlerin yalan dolan olduğunu görmek için uçuk senaryolara ve komplo teorilerine ihtiyaç yok, saklanan günahlar köyüne cepçi yankesici kılavuzlar geliyor... üstelik yavuz hırsızlar ev sahiplerinin anasını belliyor...
memleketin dört bir yanını kuşatan, bil fiil işgal eden, cumhuriyet temellerini sarsmayı kendine görev edinenler, ağızlarının sularını akıtarak milli irade kendilerini al aşağı ettiğinde gemiciklerine binip seyahat etmenin planlarında. maymunun ise gözü sımsıkı yumulu!
bir akademisyen adayı, bir üniversite asistanı olarak benim mi çok gözüme batıyor bilmiyorum ancak 12 eylül demek benim lugatımda yök demek! ve yök'ün görev ve yetki alanını derinleştiren bir anayasa benim gözümde darbe zihniyetinin hayal ve cesaret bile edemediğini hayata geçirir. kenan evren'in cesaret edemediğini recep tayyip erdoğan gerçekleştirmek üzere.
mesele ülkeyi hukuksuzluğa götürme meselesi de değil, bugün benim asıl canımı sıkan şey, muhalefet kanadının cehaleti ve körlüğü! boy soy tartışmalarından sıyrılamayan, mahalle karısı kıvamındaki tartışmalar kırk yılın çingenesinin ekmeğine yağ sürer, ancak bilgiye aç toplumu aydınlatmak gerekirken sizler de ağızlarınızdan bilinçli laflar çıkartamayarak bu oyunlarda kukla oluyorsunuz! bir yanda cahil bırakılan toplumun zaaflarından faydalanmaya çalışan kandırma odaklı ve göz boyamayla bir yerlere gelmiş sistem insanları, bir yanda kralın çıplak olduğunu göremeyecek kadar vasıfsız terziler... anne; sırf kral değil, terziler de çıplak!
gülen cemaatinin en büyük yayın organı olan taraf gazetesini açıp okuduğunuz zaman sinirleriniz gerilmiyor mu? vakit gazetesinin omurgasızlıklarından isyan eder hale gelmiyor musunuz? ana muhalefet partisinin başkanına iftira atan gazetenin şakşakcılığını yaptığı iktidar partisi başkanı bu karalamayı yine ana muhalefet partisine yönlendirirken hayretlere ve bu aymazlık karşısında asabiyete gark olmuyor musunuz?
hepsini geçtim, gençliğe hitabeyi satır satır okumuyor musunuz gündemi takip ederken, ve bu kehanetlerin nasıl yapıldığına şaşırmıyor musunuz?
12 eylül'e son verme propagandası yapanlar, 12 eylül'ü köklü ve kalıcı hale getirmekte, padişah'ın cumhuriyeti kıvamında bir türkiye'ye doğru sürüklemekteler. kanım donuyor, ve muhtaç olduğum kudreti damarlarımdaki asil kanda bulamadıkça beynim sulanıyor!

bunca yalan, bunca dolan içerisinde, yeni bir 12 eylül darbesi yaklaşırken, sadece beşiktaş'la ilgili bir günce oluşturmak maksadıyla başladığımız bu yazı sayfasına bir müddet ara verme ihtiyacı duyuyorum!

dün akşam rüya takımın mağlup olmasını, tribünün kangrenlerini, pankartlar üzerine hoş beş muhabbetleri, yerinde mizahı veya yerince eleştiriyi yapabilecek rahatlıkta veya hususi kaygılarda değilim maalesef... kafam yerinde olsa, böyle içim kanıyor olmasa, dün nihat'ı ıslıklayanların 7 ceddini anardım, ama yapamayacak kadar yorgunum...
canımı acıtıyor memleketimin bu yalnızlığı, ve bir memleket resmi gibi gördüğüm sevdamı, beşiktaşımı şu an dinleyemiyorum! zira, kulaklarımda sadece uğur mumcu'nun "vurulduk ey halkım unutma bizi" başlıklı yazısı çınlıyor, kör ediyor kulaklarımdan girenler beni, bu zalımlar devranında...

sevgili beşiktaşlılar, sizlerin affına sığınıyorum, bu memleket telaşında ve derin devlet kaygılanmalarında sadece beşiktaş'la ilgili cümleler kurarsam, aklım geride kalacak, aklım bayrağımda kalacak...

vurulup yere düştükten sonra görüşmek üzere...


önemli not: bu yazı bir propaganda yazısı değildir. bir müddet beşiktaş'la ilgili yazılar yazamayacağımı, içimden gelmediğini beyan etmek, ve gerekçelerimi açıklamak istedim. kendimce bir siyasi görüşüm ve kaygılarım bulunmaktadır. mesleğim, yaşam tarzım, gördüklerim ve işleme tabi tuttuklarım bu kaygıların ve fikirlerin kaynağını teşkil etmekte. 12 eylül günü kimseye hangi oyu basacağına dair fikir beyan etmek istemiyorum. tek ricam insanların görüşleri ne olursa olsun gidip oylarını kullanmalarıdır. bunun dışında "evet" diyen de, "hayır" diyen de yüce milletimin birer ferdi, benim dünyalar güzeli vatandaşım kardeşimdir. eskaza bir propaganda veya empoze yaptığım fikri oluştuysa affınıza sığınırım. bu yazıdaki maksadım bir müddet beşiktaşla ilgili görüş öneri ve eleştiri yazamayacağım, edebi kaygılarla metinler sunamayacağımı belirtmektir, bunun temel sebebi de daha büyük sevdam olan memleketimle ilgili kaygılarımdır.
muhabbetle...

sarardık ey kartalım, unutma bizi!

izmir'e grup veya tayfaya ait olmayan, "sadece beşiktaşla alakalı" pankartların girmesi yasaklanıyorsa,
17 ağustos 2010 akşamı oynanan helsinki maçında izmit depreminin adı okunmuyorsa, üstelik tribünde toplasan 3-4 tane pankart ancak varsa,
kapalının tepesine, avea ve telekom reklamlarının önüne, çatı boyunca uzanan bir branda reklamda "futbol sen bizim herşeyimizsin" yazılıysa,
reklamlar marka savaşlarına dönüştüyse, ve reklamlar anlamsızlaşıp zedeleyici bir hal aldıysa,
yönetim kendi pankartlarını asmak için taraftarın pankartını kaldırıp atıyorsa,
oturup düşünmek lazım...
seyrederken insana zevk veren, heyecanlandıran, muhteşem bir takım sahada; buna itiraz edenin aklından şüphesi vardır! ancak ne yapılanları, ne zedelenenleri, ne de yitip giden şeyleri unutmak mümkün değil!
aylar önce demirören ne demişti: "tribünleri temizleyeceğim!"
çok pahalı çamaşır suları kullandı, döktü saçtı, tertemiz yaptı! siyah da kalmadı ortada beyaz da, öylesine açıldı renkler... şimdi güneş gibi sarıyız, ne siyah ne beyaz, sapsarı tribünler! ne mutlu değil mi?
keşke böylesine "maşallah"lar dedirten takımı, beşiktaş taraftarı gibi destekleyebilsek... kültürümüze, yapımıza, adetlerimize, gördüklerimize, yapabildiklerimize yüz çevirmesek...
keşke sararma telaşında olmasak, bizi sarartmak isteyen başkanlara adamlarına veya onların siyah kırmızılı uşaklarına inat, siyah beyaz kalsak...

SIKINTI DEPLASMAN

14 ağustos 2010, lig başlangıcı, izmir atatürk stadında oynanan bucaspor maçına dair İLK3 anlatısıdır:

Evet gençler yine bir ramazan günü yine bir ilginç deplasman hikayesiyle biraradayız...

Güneş tüm kavuruculuğuyla doğmuştu ardında tepelerin ve bizler teletebuisler gibi sarılmak için düşmüştük yollara. Bir önceki gün orucu riske edecek düzeyde, kan ter bilimum sinir muharebesinden sonra Garaman danasının bağladığı pankartı alıp yola çıkmaktı ümidimiz, hepimizin kafasında aynı beste "Sabahın ortası, 50 derecelik yatağımızı, bırakıp geldik herşeyii, senin uğruna düştük yoolllaraa..." var sanıyordum ancak yanılmışım... Kovalainen kim bilir neleri, bodrumda ne yapacaığını düşünüyordu ki eşşek kadar çantasını unutmuş minibüsün birinde (!). Evet, minibüsün birinde çünkü hangi minibüs olduğunu bile bilmiyormuş arkadaş. İşte "sıkıntı" o an başlamıştı. Semt çocuğu (asikartal) evinde; hataylı şöförümüz (diren), kovalainen ve misafir sanatçımız minibüslere makas atarak, hepsinin teker teker önünü keserken, kabataş kaldırım taşlarını sayma görevi de bana düşmüştü...

Garip garip otururken yuvanın merdivenlerinde, sonunda dışı küçük ama içi son derece geniş bir araç geldi, içinden 3 apaçi... Parmak arası terlikler, şortlar, tam anlamıyla tekirdağ civarında yazlığı olan istanbullu yazlıkçı stayla gibi bir durum vardı bu arkadaşlarda Ama benim yapamadığı yaklaşık 7.5 dk da yapıp attılar pankartı bagaja. He unutmadan Kovalainen de çantasını bulmanın sevinci içindeydi. Ayrıntıları ben de pek bilmiyorum ama bambaşka bir arama yapmışlar arkaa sokaklardaa...

Vee ve ve saat 12.25 sularında Sıkıntılı yolcuğumuzun, "Sayın deplasmancılarımız, yeni bir deplasmana hoşgeldiniz... 700 Km lik İstanbul - İzmir yoluna çıkmış bulunmatayız. Yolculuk boyunca ikramlar, servisler vs vs. 20 dk da bir yapılacak kontrollerle yardımcı olacağım" anonsuyla başladığını anladık. Tabi bu servis ikram benim için geçerli değildi. Malum ramazan olayları Yaklaşık 1 saat sonra telefon çaldı, aslında acı acı çalmadı ama meğersem öyle çalıyormuş... Arayan "Özel" abimizdi. Sıcak basmıştı ve saatlerdir bizi bekliyordu. Oysa ki daha 2-3 saat daha bekleyecekti tüm ısrarlara rağmen azim ve kararlılıkla terminalde bekleme kararı almıştı... Bunu duyan Hataylı eski deplasmancı, şimdidin light tribüncüsü accuk daha yüklendi pedalın üzerine. Bu duruma gelen yorum yine " sıkıntıydı"...

Terminale vardığımızda bizi yaklaşık 10 bira, 3 tekila, 5 de vodka içmiş gibi bir hali olan Özel abi karşıladı. Sandım ki trip atıyor, biraz da uykulu. Kadroyu tamamladıktan sonra yüreğimizi güneş koyup, yüreğimizi bulut koyup yolaa deeevaaam ettik. Oturanlar sol baştan ; " semt çocuğu, ben, misafir , kovalainen" kadro hoş, hava açık, tribünler dolu. Tribün demişken sağlı sollu geçen yol arkadaşlarımız, aynı kaderi paylaştığımız insanlar. Arka camdaki bayrağı görüp yandan geçerken korna çalan, el sallayan, hatta "kartal gol gol gol" diye bağıran çılgınlar. Sanki 34. hafta gelmiş, sanki flarmoni orkestrası gibi korna çalan insanlar ! Ancak bizim şefeer, her seferinde korna çalmakta geç kalıp semt çocuğuna göre "sıkıntı" yaratıyordu. Gerçi tüm kornaları izmirin içine girince çaldı. Nerde kalmıştık ? semt çocuğunun yine yine sıkıntısı vardı, sağ ayak yan çapraz bağlarına darbe alıyordu sürekli ona rağmen gülebiliyordu ama Şefer telefonda konuşurken, kovalainenin seslendirmesine...

"İstanbuuuul ! " sesleriyle girdik İzmir'e. hafif bir heyecan, ben de biraz susuzluk. Etraf apaçi kaynıyor, özellikle murat 124 le stadın arkasında ki daracık kalabalık yolda bir oraya bir buraya giden insan. Sinirleri bozmaya yeterliydi, kan şekeri düşük sinirler gergin, girdik o daracık kapıdan içeri, elimizde pankart. Her zamanki gibi aç aç aç sesleri arasında açtık pankartı " sadece grup pankartları" sözüyle şok bir şekilde kaldık kulaklarımıza mı inanamıyoruz derken "örneğin izmir çarşı vs." demesiyle evet doğru duymuşuz dedik. Uzatmadık aldım pankartı, bi yandan adama bakıyorum bi yandan nerden dışarı çıkarım diye düşünüyorum. Sonra bi baktım gişe kuyruğundayım. Kimse dur demedi ki arkadaş Neyse, sırada herşey normal, iftara saniyeler var uzatmaları oynuyoruz. Hocanın son düdüğüyle sahaya akıcaz şampiyon olmuşçasına sevinerek. Derken kapıdaki baaayaan hoop 1.5 litrelik şişeyle girilmezz diyor. E kan şekeri düşmüş bizimde hacı? Nasıl acıyım orucu ? sorum cevapsız kalınca, tamam o zaman kenarda bekliyim içip bırakırım dedikten sonra eee yine kimse dönüp bakmıyor bana? Ben de tribüne çıkarım? Kuralcı İzmirliler uygulamada sorun yaşıyordu belli ki...

Neyse, çıktık merdivenleri, havada sis yok, görüş mesafimiz iyi. Akıllarda 2 sene önceki kupa finali... Astık pankartımızı, tecrübeyle, kamera açısını inceden hesaplayarak. Sonra 2 kişi altta belirdi, biri siyah biri pembeli. Biri kovalainenin diğeri benim. Kovalainen gergin, ben kendimden emin, lakiiiin boğazımda düğümlenmiş negrolardan dolayı azıcık gerginim. İndirir misin indirmez misin ? tayfa mısın değil misin? Burası İzmiiiiiiir, istanbul değill. Sözleri uzlaşma ortamını kaldırmış, geriye tehditler kalmıştı. "Nezarethaneye gideriz ama beraber" , "Tüm pankartları sök, ben kendim indiricem" sözleri sonunda anlaştık arkadaşla... Çıktık yukarıya, tribünlerde 30 bine yakın taraftar. Bunların büyük çoğunluğu "Çiğdemci", oturup izlemeye çalışanlar bile var. Semt çocuğuna göre "sıkıntı" var.Yerimiz sağ üst, karşımızda tüm tribün, arkamızda çığırtkan genç, ve "İzmirin kızlaarıııı" melodisi çınlıyor kulaklarda. 15 dk kala geliyor hataylı ve özel abi. Ancak özel abi hala baygın, halsiz, sebep "akciğer", İzmirde hastanelere gidilmiş, iğne yapıp gönderiyorlar. Beni o hekime emanet etmeyin dostlar.

Maç başlamış bu arada, akustik yok, sağdan soldan kartal hol oly oll,karsdfj hol hololly tarzında sesler geliyor. Ah şeref Bey stadı ah diyor, BEEE, UUUU, CEEE sesleriyle, kendimizi Beşiktaş maçındaki, Fenerliler gibi hissediyoruz. Derken "İstanbuuul" devreye giriyor, alt üst "kartal gol" nasıl yapılır bir gösteri yapıyoruz. O dakikaya kadar o kadar sıkılmışız ki, herkes boğazını yırtacasına bağırıyor. Derken zevksiz bir ilk yarı sonu. 2. yarı başlarken tanıdık yüzler görüyoruz sol üstten, gücüne güüç katmaya geldik, formanda teer olmaya geldiik. Bari bunu bağıralım diye kendimizi kaybediyorduk tam. Sağdan soldan gol sesleri geldi. Noluyoruz arkadaaş derken, bobo boboo sesleri, Gutiye bak beee mesajları geliyor telefona. Tribün bi silkinip kendine geliyor golünde gazıyla kıpırdanmalar oluyor.Derken bitiş düdüğü, mutluk huzur, şu biiiiir. Diyip totemlere bir son verip kendimize geliyoruz.Yavaş yavaş tribün dağılıyor, bizim komik, sempatik çocuğa(tabi ki hataylı şefeer) aşık olan kızlar ve antifenerci kızlarla çıkışa doğru yöneliyoruz.

sonraki bölümler başka zamana...

medical park sponsorluğu üzerine fikir düşünce ve eleştiriler

"sponsor" zihniyetini bazı kesimlere izah etmem gerekmekte. markalaşmış bir ismin veya kuruluşun sponsor alırken dikkat edeceği hususlar önemlidir. öncelikli olarak sponsor olan firma, sizin firmanızın veya markanızın ismini ve geçmişini lekelememelidir. bazı şirketler ve markalar, size reklam vererek ve veya sponsor olarak sizin kuruluşunuzla özdeşleşebilir. örnek olarak beşiktaş ve beko arasındaki bağlantıya dikkatinizi çekerim. uzun yıllar boyunca beşiktaş formalarında yer alan "beko" isimli markanın olumsuz icraatları beşiktaş jimnastik kulubune de inanılmaz zararlar verebilecekti.
bazı kesimler maalesef sponsoru bir "hediye" olarak görmekteler. sponsor firmalar hiçbir zaman bağış veya hediyelerde bulunmazlar. çeşitli iletişim araçlarından birisi olan sponsorluğa yönelen firmaların maksatları bağışta veya yardımda bulunmak, sempatik geldiği için bir kuruluşa hibe usulü para aktarmak değil; çağımızın en büyük gücü olan "marka" konusunda hamleler yapmak ve kendi markalarını, sponsor oldukları markalar aracılığıyla hafızalara kazıyarak reklam yapmak, iletişim kurmaktır.
konu, beşiktaş inönü stadının isim haklarının satılması, sponsor firmaya isim hakkının satılması ise, bununla ilgili bir örneği ele alabiliriz. galatasaray spor kulübünün yeni yapılan stadının isim hakları "türk telekom" isimli özel bir şirkete satılmıştır. veya futbol federasyonunun en üst düzey liginin ismi yine birkaç defa satılmıştır. bir diğer örnek futbol federasyonu tarafından düzenlenen "türkiye kupası" organizasyonudur.
galatasaray spor kulübünü, futbol federasyonunu veya diğer firma kurum kuruluş ve markaları korumak gibi bir gayem olmadığından ötürü, ve bunu kaygı etmediğimden dolayı bu konularda yorum yapacak değilim. ancak bir beşiktaş taraftar olarak takımımın maçlarını oynayacağı stadın ismiyle ilgili yorum ve eleştiri hakkına sahibim? bu eleştirileri de "yemen ekşioğlu gibi" sponsorluk zihniyetiyle alakasız yollardan, basit duygu sömürüleriyle, insanların ceplerine laflar ederek ve tarih boyunca görülmemiş ve görülemeyecek darlıktaki zihniyetle yapacak veya bertaraf edecek değilim.
mevzu bahis sponsor adayımız söylentilere göre medical park hastaneleri.
bu hastaneleri idare eden yapının merkezindeki kişiler ve icraatları malumumuz veya değil, ecza deposundan yola çıkarak özel hastaneler zinciri kuran başarılı bir iş adamını ve arap bir girişimciyi kınayacak iftiralara boğacak değilim. ancak huzursuzluk duyduğum noktalar var, ve bunlardan bahsetmek istiyorum.
emine erdoğan'ın 'ticari'den öteye geçmediğini ısrarla belirttiği ortaklığından ötürü bir huzursuzluk yaşamıyorum. kendisi karar ve yönetimde bir payı olmadığını belirtmiş bildiğim kadarıyla. yani holdingin veya hastanenin doktorlarını, hizmetlerini, maddi kaynaklarını sorgulayacak değilim, boyumu aşar!
medical park hastaneleri memleketin sağlık politikasında ne kadar söz sahibidir ben asıl bunu merak ediyorum.

özel hastanelerin bazılarının memleketin sağlık sistemini ve en tabi insanı hakkımız olan, devletin en önemli görevlerinden biri olan ücretsiz sağlık hizmetlerinden bizleri aslında mahrum ettiğini düşünüyorum. bunun suçlusu özel sağlık kuruluşları değil, tamamiyle devlet politikalarımız ve memleketimizdeki sağlık meselelerine yönelik ilgi ve alakanın "adam sen de" zihniyetinden öteye gidememiş olmasıdır. bu eleştirim de partilerle hükümetlerle sağlık maliye ile çalışma ve sosyal güvenlik bakanlıkları ile direk olarak alakalı değildir. bahsettiğim şeyler önceki hükümetlerden beri süregelmiş olan politikalar oldukları için bazılarınca son derece mantıksız ve yanlış gelebilir, buna da itirazım yok. ayrıca bu yazıyı okurken siz, eleştirebileceğim konulara katılıyor da olabilirsiniz, bu sizin siyasi görüşünüz olabilir... doktorların zorunlu hizmet adı altında diplomalarına devlet tarafından el konulmasını, muayenehane açma haklarının "tam gün yasası" adıyla ellerinden alınmasını ve böylece zorunlu hizmetini yapmak istemeyen bir doktorun zorunlu olarak özel hastenelerin kucağına düşük ücretler karşısında bırakılıyor oluşlarını, mesleğini icra etmekte olan insanların para kazanıp yaşam kurma mücadelelerini "meleklikle bağdaşmayan hareketler" olarak görüyor olabilirsiniz... veya eczanelerin kar marjının düşürülmesini, ssk'nın kapatılarak aslında devletin tek yönlü kontrolüne değil özel sektörün kontrolüne bırakılmasını, sosyal hukuk devletiyle bağdaşamayan sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası yasasından sonra vatandaşların özel sigorta şirketlerinin kucağına bırakılmasını sevinç ve mutlulukla karşılıyor olabilirsiniz. ancak ben, fikirlerim görüşlerim ve düşüncelerim doğrultusunda bunları yakışıksız, art niyetli olarak görmekteyim. medical park hastanelerinin, hedef ecza deposunun ve hedef alliance holding yönetim kurulu başkanı sayın ethem sancak'ın son dönemlerdeki radikal (olumlu veya olumsuz olması tartışmaya açıktır) değişimlerde, yani devletin sağlık politikalarındaki rolünü merak ediyorum. bu kişisel bir merak veya bir kişiye has bir soru değil tabi ki, sabancı holdingin, abdi ibrahimin veya novartisin, koç holdingin, garanti bankasının ve benzeri, ucu bucağı bir şekilde sigortacılığa, ilaca, sağlık hizmetlerine dayanan herkesin rolleri olup olmadığını merak ediyorum. ancak gördüklerim okuduklarımdan sonra medical park hastanelerinin konumu daha çok ilgimi çekiyor. bu ilgi çekicilik benim nezdimde emine erdoğan'dan ötürü değil, ethem sancak'tan ötürüdür.
peki sorabilirsiniz, memleketin sağlık politikalarına olan şüpheli yaklaşımım ile sponsorluğun ne alakası var ki beşiktaş için bu sponsorluğun son derece zararlı olacağını düşünüyorum? herhangi bir yargı veya hüküm niyetim veya olanağım olmadığı için ilerleyen zamanlarda inönü stadıyla medical park markasının özdeşleşebilmesi ihtimalinden korkuyorum. çünkü memleketin "bence" bozulan sağlık sisteminde "bence" medical park hastanelerinin rolü var. o nedenle bu endişemi anlamamış olan sizlere soruyorum:
yarın birgün, olur da bu endişelerimde haklı olduğum, sağlık politikalarına bu hastaneleri yöneten insanların görevleri kapsamında olmadan müdahil oldukları anlaşılırsa, ve o zaman inönü stadıyla medical park hastanelerinin isimleri özdeşleşmiş ve hafızalara kazınmış olursa, kaç milyon dolarla bu lekeyi beşiktaştan temizleyebileceksiniz?
evet! bu sponsorluğa, bu isim haklarının satılması konusuna benim itirazım var! çünkü bu zihniyetlerle beşiktaş'ın zenginleşmeyip içinin boşaldığını, lekelendiğini düşünüyorum.

bu yazının üzerine 4 veya 5 gün eğildim. sürekli taslak halindeydi ve bir yerleri değişti. ancak bugün yemen ekşioğlunun yazısını okuduktan sonra yazıya son halini vermek istedim. bu bağlamda yemen ekşioğlu'nun yazına yönelik yorumlarımı da aktarmak istiyorum:

Burası neresi? Dolmabahçe Stadı mı, Mithatpaşa Stadı mı, İnönü Stadı mı, Beşiktaş Stadı mı?...
burası beşiktaş inönü stadı, bilmiyor oluşunuza veya soruyor oluşunuza imkan vermediğim için tecahülü arif yaptığınızı varsayıyorum.
Kim rahatsız oluyor? Bu kulübe siyaseti sokmak isteyen bir kesimin ve bu kulübe hiçbir faydası olmayan asalak grubu!
benim bu durumdan son derece rahatsız olmam nasıl oluyor da kulübe siyaset sokmak oluyor ve ne hakla bana asalak damgasını vurduruyor bilmiyorum ancak ben bu medical park konusunda son derece rahatsızım! ve bence kulübe siyaseti sokmak isteyen, bu kulübe hiçbir faydası olmayan asalak gurubu yakıştırması eğer taraftarlara yöneltilecekse, öncelikle kongre öncesi "yeter" diye bağıranların üzerine meydan savaşı yaparcasına saldıranlar ve bu insanlara bilet dağıtılan yöneticilere, bu yöneticilerle olan dirsek temaslarından ötürü ekmeğini kaybetme korkusundan titreyen kalemlere bakılsın lütfen!
Soruyorum şimdi. Quaresma geldi, Schuster geldi, Guti geldi; kısacası şampiyonluklar istiyorsunuz, heyecan istiyorsunuz.
beşiktaş taraftarı birileri geldi birileri gitti diye şampiyonluklar istemez! burası siirt jetpa spor değil! beşiktaş taraftarı siyah beyaz formanın olduğu her branşta her zaman şampiyonluk ister! birileri küstüm oynamıyorum der ve paf takımı sürer sahaya, ama beşiktaş taraftarı onlardan da şampiyonluk ister! en önemlisi de beşiktaş taraftarı gelen yıldızların günü gelince gideceğini iyi bilir ama armasındaki yıldızın hiç gitmeyeceğini çok daha iyi bilir!
Hâlâ 10 sene önceki formalarla geliyorsunuz. Sakın demeyin, “Kardeşim 100 TL vermek kolay mı?”... Sana göre uygun forma da var Kartal Yuvası’nda. Atkı var, şapka var, t-shirt var. O işporta tezgahlarındaki fiyata, hem kalitelisi hem de yasal olanı var!
kulübe katkı sağlamak her beşiktaşlının görevidir. ancak maddi insanların maddi olanaklarını sorgulayarak olayı "gasp"a vardıran zihniyetten de, maddi katkı sağlayarak bununla övünen insanlardan da hiçbir zaman zerre haz etmedim edemedim. şu kadar para aktardım, bak kulübün kasasına şu kadar gömdüm, bak kulübü kendime borçlandırdım, bak şu kadar forma aldım diyen insanları katkı sağlıyor olarak görmedim, tam aksine, zarar verdiklerini ve beşiktaşımı paralarıyla boğduklarını düşündüm. bir taraftarın forma almaması kulübe maddi kayıp sağlar ancak bir başiktaşlının neden forma alınmadığı konusunda insanları eleştirmesi beşiktaşa manevi çok büyük zararlar verir. bu nedenle insanların harcamaları yönlendirilmemeli, sorgulanmamalı, yersiz ve nedensizce eleştirilmemeli. insanlar kartal yuvalarından birşeyler almasın demiyorum, ancak almak istemeyen kişilerin beşiktaşlılığını sorgulayanlara da beşiktaşa zarar verdiklerini, ve bir insanın beşiktaşlılığını sorgulamanın herşeyden öte ayıp olduğunu hatırlatırım!
Hanginiz kulübün sponsorları olan İntercity’den araba kiraladınız? Hanginiz Beşiktaş’ın Avea hattını kullanıyorsunuz? Hanginiz Ülker’in, Cola Turka’nın ürünlerini kullanıyorsunuz? Hanginiz Acıbadem Sigorta’nın imkanlarından faydalanıyorsunuz? Hanginiz Vestel ürünlerini, hanginiz Türk Telekom’u kullanıyorsunuz? Hanginiz Doğuş Holding’in ürünlerini kullanıyorsunuz? Hanginiz çocuğunuza Ülker’in çıkardığı ‘Beşiktaş çikolataları’ndan alıyorsunuz? Eğer bunların hiçbirini yapmıyorsanız, kusura bakmayın ama bazı şeyleri istemeye hakkınız yok!
sponsorluk zihniyeti renklere değil zevklere ve maddi getirilere göredir. inönü stadındaki reklam panoları saadettin saran'a ait diye bunu eleştirmek ne kadar sponsorluk zihniyetine aykırıysa ülker çikolota yapmış neden alınmıyor diye sorgulamak da sponsorluk zihniyetini anlamamış olmaktan dolayıdır. endüstriyel futbol tartışmaları bir yana, bu firmalar bu ürünleri beşiktaş taraftarı alabilsin diye değil, beşiktaş kulübü aracılığıyla kendi reklamlarını yapmak için hazırlamaktalar. yani benim intercity'den araba kiralamamam, avea kullanmamam, acıbademle alakamın olmaması, ülker yerine inatla eti tercih etmem benim beşiktaşlılığımdan birşey kaybettirmez. gerçi burada sorgulanan beşiktaşlılık değil, eleştirmeye hakkım olup olmadığı sanırım? bir beşiktaşlı olarak maddiyattan uzak manevi kaygılar taşımam, daha güzel olmasını istediğim memleketimdeki çirkinlikler üzerine eleştirilerim ve endişelerim; veyahut beşiktaşın manevi değerleri üzerine kendimce birşeyler yazıp çiziyor olmam birilerinin bana tanıyabileceği, hatta ve hatta yemen akşioğlu'nun bana tanıyabileceği bir hak mıdır? burada bahsettiğim ve eleştirdiğim konular maddiyattan ziyade maneviyat üzerinedir. bu bağlamda yemen ekşioğlu'na da aynı tavsiyeyi acizane iletiyorum.
‘Medical Stadyumu’ olması benim için hiç farketmez. Kulübe giren artısı benim için önemli...
bu isim benim için çok farkeder. beşiktaş üzerinden bence görevi olmadığı halde devletin sağlık politikalarında söz hakkı olmaya çalışan, maddi çıkarları için inandığım ve bağlandığım sosyal hukuk devletinin sosyal kısmını zedeleyen bir zihniyeti hoşgöremiyor, kabullenemiyor oluşum "bence" beşiktaş'a zarar vermek niyetiyle değil, beşiktaşı korumak içgüdüsüyle yönelttiğim eleştirilerimde gizlidir.
“Ben Beşiktaşlı’yım” diyenlerin ‘Medical’ projesine karşı çıkmaması lazım!
kesinlikle yanlış bir önerme de olsa "kişisel" bir önerme olduğu için her nasıl ki zihniyetim, kaygılarım tamamen "bence" ise, bu önerme de "bence" yanlış da olsa "yemen ekşioğlu'nca". ancak şiddetle bu önermeye karşı çıktığımı ve zerre katılmadığımı da belirtiyorum!
insanlar medical park sponsorluğuna karşı çıkabilirler, katılabilirler. bunu beşiktaşlılıkla ilişkilendirmek son derece yanlış. kişilerin bireysel kabiliyetleri ölçütünde hür iradeler, hür fikirleri vardır. bizler, fikri hür, vicdanı hür bireyler olarak etiketler yapıştırarak bizleri zorlayan ve fikirlerimizi bu dar kapsamlarla sıkıştıran kişilerle hem fikir olmayabiliriz. bu projeye karşı çıkmak benim kötü bir beşiktaş'lı olduğum manasına gelmez, kendimce birşeyleri işleme tabi tutuyor ve neticesinde aldığım sonuçlarla fikirler üreterek buna göre hareket edebiliyor oluşumu gösterir.