Deniz bir kere bu şehrin marifetlerine tanık olan, siz istediğinizi atın ona, istediğinizi çekin alın ondan, marifetlere tanıklık eden yine deniz, yine umman... Yavaş yavaş denizlere çıkmıyor artık sokaklar, ve gün doğumunda uyku tadı oluyor yataklarda. Deniz kokusu ağır bir curcunayla bütünleşip martı seslerini çalınca, dalgalanan bayrağın gölgesinin oluşmasını beklemeyen Birkaç aceleci kaçıveriyor ruhtımdan. Ne gemiler yanaştı rıhtıma, ne vapurlardan atladı sürme iskeleyi bekleyemeyen telaşlılar ve doklara ne yükler bindi bu rıhtımdan. Giden gitti elbet, kalan sağ'lar kimindi? Panik dolmuşken yüreklere, ceketini omuzlarına atan beyaz saçlı, esmer delikanlı, çekip altına iskemleyi, ne yorgun yelkenler bekledi. Şimdi birazcığın telaşla kaçması mı yıkacak iskemleyi? Ve deniz kokusunun yerini pus mu alacak sanki?
Koşmak lazım beklerken! Sokaklardan koşar adım inen küçük çocuk, avazı çıktığı kadar bağırsa bile, duyan yine duyar, kulakları tıkalı olanlar yine kaçar; küçük çocuğun sesi değil, rıhtıma gelecek olan umuttur bekleten. Bayrağın gölgesi yavaştan belirince o zaman huzur çökecek, ve ağlamanın zamanı o vakit gelecek. Evvelinde, keder, gam, yakışmaz ki delikanlıya sevinçten ağlamak varken?... Gözyaşlarımızın bittiğini sanan mı var, yahut deniz kokusunun sokaklardan yürüyüp de içlere dolduğunu unutan mı var?
Unutmadık! Unutmayacağız! Öfke dolu dalgalar suratımızı hiç etse bile, bütün yüzsüzlüğümüzle bekleyeceğiz ki, bir gün gelecek umut ettiğimiz şeyler.
İsteyen çeker gider! İsteyen görmezden gelir bekleyişleri, isteyen gürültülere boğar şehri, isteyen karşı kıyıya özenir. Altımızda bir iskemle varken, ve henüz kaydırılıp da tüm yükümüz sicime abandırılmamışken; bayrağın gölgesi her sabah bizi altına alıyorken; deniz çok feci kokuyorken; sokaklardan şenlikli bir çocuk ordusu akın akın geliyorken; serde de delikanlılık varken... Bırakılır mı hiç rıhtım?
Gelen gemileri özledik esasında, içimize yolculuklar düştü, yolları aşındıranlara sarılmak istedik, bir de yırtılmış yelkenlere bir ilmek de biz atalım dedik. Hayaller peşinde gezinen iskemle üstü kuşlar olduk, tünedik kaldık.
Yüzümüze vuran güneş terimizi aldı, serince esen yel uzaklardan selam getirdi. Ahh! O koku! Bizi hayata bağladı...
Diyorlar ki iskemleni alalım, patron koltuklarıyla rıhtımı kapatalım? Diyorlar ki, gemiyi biraz daha bekle, dalgalardan yorgun düşmüş de yol üstü bir tershanede dinlenecekmiş! Diyorlar ki, kuşlar yorulmuş biraz, sen de kon bir dala da yorulma! Diyorlar ki, koşan çocuk düşmüş yere, dizleri kanamış! Diyorlar ki bekleme boşa, haydi kuzum, başka bahara...
İskemleyi çekmek, üzerindekinin aynısından ister! Bizim köyde de göte göt derler? Gemi tershaneye uğradıysa, ayıp etmiş! Biz vefamızı parlayan bir gemiye değil, yıpranmış iskelesini sancağını öpeceğimiz kıdemliye gösterelim dedik! Giden kuşlar az ötede, denizin tam da üstünde duracaklar, bakacaklar da olmayacak, geri gelip bu rıhtıma konacaklar! Çocuk kalkar ayağa, düşmek dediğin kalkmayı bellemek için var! Bize de her gün bahar...
Ağlayacağız, hüngür hüngür! Boğazımız yırtılınca deniz havası çekip yine haykıracağız: “üzerimden eksilmesin bayrağımın gölgesi!” Ama evvela, “kötü günde omuz omuza” olmayı becermek gerekir...
Kaldı ki biz şahit olacağız zaferlere, biz sadece bekleyeceğiz, kendimizi hırpalayacağız. Ama yine de umutlacağız... Denizin işine gelecek, yakın şenlikler, inandığımız güzellikler...
Zaten deniz değil mi marifetlere tanıklık eden, o umman?... Çekin alın istediğinizi ondan, atın istediğinizi ona... Bu şehrin marifetlerine tanık olan denizdir bir defa!
Sonra kuşlar da gider yosun bağlayan kanatlarıyla deniz kokusunu her sokağa salarak... Ancak unutmasın kimse, o bayrak, o gölge kalacak orada; başı boş iskemleler, ve beşiktaş rıhtımında hep beklenen gemiler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder