kendimizle tezatız, böyle de hoş ve akıllıyız...

“beşiktaşlı olunmaz, beşiktaşlı doğulur;....” şeklinde bir dogmaya sıkışıp kalmışız. halbuki kimse doğustan birşeyleri sevemez. bir sebebi vardır. anasının gözleridir ilk sevgisi, babasına has “yiğitliktir” veya kardeşinde görür yabancılaşacak, paylaşılacak olan sevgiyi ilk. sonra dış dünyaya açılır birey, daha farklılarını tadar sevginin. gün gelir evladı olur ki tadı izah edilemez bu sevginin. arada bir yerlerde işte, bir taraf daha sempatik ve yakın geldiği için, veya diğer taraflar daha iğrenç geldiği için taraf seçer insan. veya “hepsi de aynı bokun soyu!” diyip tarafsızlığını ilan eder. siyasette de böyle durum, eş ahbap seçiminde de, takım sevgisinde de... taraf seçmek diye bir şey var, doğuştan bir taraf olamaz insan; şayet oluyorsa o, insan veya birey değildir ki zaten... ha ama sorsanız, neden bu tarafı seçtin diye, kimse de hatırlayamaz. biz tüme varım değil, tümden gelim yapalım sizinle? yakın zamanda stadımıza dayanan fener maçından ötürü bu satırlar. karnına sancı girecek olanlar ilişmesin serbest kürsümüze. kendimizce ve acizane durum tespitimiz en nihayetinde...

“yağmurlu bir günde görmüştüm seni!....”

uzaklara maziye gitmeyelim, hemen dibimizde bakın: ankaraspor kupa maçı, forman sahada, arman sahada, takımın sahada, ter ulan bu dökülen, bebelere balon değil etraftaki, emek ulan! ve yağmur nasıl bastırmış kaç günlük güneşten sonra, hava soğuk, bildiğin soğuk... bakıyorsun tribüne, boş! bildiğin boş... eskiden olsa üzülürüm, içim acır! ama seviniyorum onca senedir stadda yaşadıktan sonra; zira biliyorum, o gün orada olan iyi gün dostları değil, başka bir şeye nefret edenler değil, sadece beşiktaşı sevenler. bu işi sosyal aktivite olarak görenler değil, derdi tasası sahadaki takım olanlar. ve dakikalarca sürüyor yeni şarkılar yeni marşlar, eski sloganlar tezahuratlar! dakikalarca... sahi, “beşiktaşım benim biricik sevgilim” tezahuratının ardarda kapalıda coşkun bir asabiyetle söylendiğini en son ne zaman görmüştük? şu leylek sürüsü ne zaman uğramamıştı tribünümüze en son?... bir hayli zaman oldu... takım kötü oynuyor, takım yeniliyor, umurunda değil taraftarın dünya; görevim deyip vazifesini yerine getiriyor. tek terleyen o ayazda, sahadaki topçu değil; tribündekiler de terliyor o soğukta... insanlar, bazı insanlar, beşiktaşı dert edinmiş. başka bir renkmiş, başka bir takımmış, umurunda değil bu gibilerin. 2 haftaya bir maçına gidip, işaretli koltuğuna oturup, elinde bir şişe suyuyla maçı izleyen kitle değil bunlar. tıklım tıklım tribünlerin insanları onlar. orasında burasında anarşik çarşı yazanlar değil, o yazıyı giysilerinin altında emanet gibi saklayanlar onlar. rakibini mastürbasyon malzemesi olarak görenler değil onlar, rakip umurlarında değil yeter ki beşiktaşları yenilmesin. kaldı ki, diyelim ki yenilsin, bunda bile haz alabilen insanlar onlar. beşiktaşı beşiktaş olduğu için seven insanlar....

"....bi koysam kartal olsa...."

bu haftasonu oynanacak stadda, fener maçı. bilet fiyatının maşallahı var, en ucuz 70ten açılmış kalem, sanırsın saraçoğlu! amenna, helal hoş olsun... peki konumuzla alakası ne fener maçının? fener maçında tribünlere dikkat etmek lazım, zira bir gözlem imkanı aslında ilk kısımda bahsedilen beşiktaşlılarla farklarını tespit etmek açısından. kendimizce, acizane, bol hatalı bir tespit yapalım o halde şimdiden? tüme varmayalım, tümden gelelim evvela tüme varmak için. yağmur çamur, kar boran, afet fırtına, soğuk ayaz, çatışma savaş, hastalık vesaire bazı insanlara nasıl engel olamaz? çünkü bazı insanların tek derdi beşiktaştır. dakikalarca haykırır “beşiktaşım benim biricik sevgilim söyle senden başka kimim var benim seninle ağlarım seninle gülerim söyle senden başka kimim var benim!” bu esnada bazıları anlam veremez buna, hatta hadlerini aşıp manasız bulanlar bile olur. ama birazcık küfür geldi mi nasıl da tükürükler saçarlar... haddimizdir böylelerini aşağılamak. işte bu sebeble, itin götüne sokmak istiyorum, benim çılgınca sevdiğim beşiktaşımı sadece başka şeylere nefret ettikleri için benimseyenleri. bu tipler, bu yaratıklar temiz insanlar değildirler. içlerindeki nefret o denli büyüktür ki takım yenilince tribünün ona sarılmasını bilmezler. hemen küfretmeliler aşağılamalılar. emeğe saygıları yoktur bunların. “ben de vardım orada” demek için tribündelerdir. ellerinde fotoğraf makinalarıyla olan biteni anılamaya çalışırlar. tribünün amacını takımı desteklemek olarak görmezler, onlara göre tribünün amacı rakibe sövmektir, birilerini incitmektir. insanı değil, kendilerini severler. bilinçli hali değil sarhoşluğu överler. beşiktaşın yenmesi onlar için beşiktaşın yenmesi değil, rakibinin ırzına tecavüz etmesidir. rakibine saygılı beşiktaş tarihini bilmezler. bir manitaları olsa, saçları sarı olsa, bi koysalar... ohooooo... koymaktır ki tek dertleri bunların. kim bunlara ne koydu da çıkaramazlar anlamak mümkün değil... tek amaçları kan akıtmaktır ve. yapıcı değil yıkıcıdırlar. talan etmektir dertleri ve işkence edip eziyet yaşatmaktır. dertleri sahadaki siyah beyaz dışındaki herşeydir aslında, ve sırf sihay beyaza kasıtları olmadıklarını sandıklarından orada bulunmak isterler. başka renklere olan amansız nefretleri onları siyah beyaza yakın hissettirir ama sevmek nefret etmenin sığınağı değildir! o, hani koyacakları manitaları, hani sarı saçlı olanlar, kendileriyle birlikte itin götüne girsinler de çıkamasınlar aman! çünkü mikropları ve o kin dolu nefret dolu dölleri uzak kalsın sevenlerden; derdi tasası, onların anlamak için yeterli kapasiteye sahip olamadıkları, bu büyük sevdada olan sevda sahiplerinden uzak kalsınlar onlar da, onların leş manitalarının sarı saçları da, onların küfürleri de, onların ağızlarından saçtıkları küfürler de...

ne fener ne cimbom nefretiymiş arkadaş...

biri elma da olsa diğeri armut da olsa, ikisine olan nefretleri beşiktaşa olan ilgilerine yaklaşamaz... bizler, sevdamızı, başkalarının nefret aracı olarak kullanmasını istemiyoruz! savaş çıksın o gün, doğal afet yaşansın, ve sadece seveni, takıntılı olanı gelsin o gün o stada beşiktaşımızın! yer yarılsın, içine girsin o nefret sahipleri; bizi sevdamızla başbaşa bıraksınlar... demiştik hani zamanında kimse algılayamazken: “derdimiz tasamız beşiktaştır ey ahali! ama herkesten farklı olarak, sadece beşiktaş, her yönüyle beşiktaş!” sorgulansın mesela derdimiz tasamız neden beşiktaş? beşiktaşlı olma nedenimiz sorgulansın, bizi dogmalara hapsetmesinler! bu yasak kalksın artık da, o insanların da yüzlerine vurabilelim nefret dolu kirlenmiş kalplerini! ve bilinsin artık onların, bizim beşiktaşlı kardeşlerimiz olmadıkları; onların, beşiktaşı nefretlerinin dışa vurum aracı olarak kullanan acizler olarak, bizim fener ve galatasaray kadar tiksindiğimiz şeyler oldukları... bizi sevdamızla başbaşa bıraksınlar, kirletmesinler bizim stadımızı... iftira atmasınlar bize, şunu seviyorlar, bunu seviyorlar diye, anlamasalar bile sussunlar “tek derdimiz beşiktaştır, o kadar!” dediğimizde...

ve; tüme vardık aslında farkında olmadan, kendi tümümüze; bir daha tekrarlayacak olursak:
“derdimiz tasamız beşiktaştır ey ahali! ama herkesten farklı olarak, sadece beşiktaş, her yönüyle beşiktaş!”
açıklayalım mı illa ki neden beşiktaşlı olduğumuzu? hatırlamıyoruz bile... gerekirse uğraşırız hatırlarız... ama bazı insanların neden beşiktaşlı olduklarının farkındayız. ve buna karşıyız! zira, beşiktaş bir sevdadır bizce, bir kusmuk değildir nefret kırıntıları içinde işkembeden çıkan!

bizi bizimle bıraksın o işkembe sahipleri...

bizi beşiktaşımızla bıraksınlar... lütfen!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder